Birleşmiş Milletler Genel Kurur Kararı ile 1999 yılında kadına yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık yaratmak amacıyla 25 Kasım günü Uluslararası Mücadele günü ilan edilmiştir.
25 Kasım gününün seçilmesinin nedeni ise, 25 Kasım 1990’da Dominik Cumhuriyetinde diktatörlüğe karşı mücadele eden 3 kız kardeş; Patria,Minerva,Maria tecavüz edilerek vahşice öldürülüp, cesetlerinin uçurumun dibinde bulunmasıdır. Daha sonra tüm dünyada Mirebel Kardeşlerin bu mücadelesi sembol haline gelmiştir. Sonrasında; 17 Aralık 1999’da alınan kararla, kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla, 25 Kasım “Uluslararası Mücadele Günü” olarak kabul edilmiştir.
Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre dünya genelinde her üç kadından biri erkekler tarafından fiziksel ve cinsel şiddete uğramaktadır. Ülkemize baktığımızda ise maalesef gittikçe artan korkunç kadın cinayetleri verilerini görüyoruz.
Ülkemizin en büyük sorunlarından biri olan kadına şiddet ve cinayetleri engellemek için topyekûn millet olarak mücadele etmeliyiz.
Öncelikli olarak kadını, dolayısıyla çocuğu ve aileyi koruyan 6284 Sayılı Yasanın işlemesi ve şu an çok tartışılan, gündemde olan ve iptal edilen İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’nin acilen onaylanıp yürürlüğe girmesi gerekmektedir.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR?
Son zamanlarda ülkemizin gündeminde olan ve çokça tartışılan İstanbul Sözleşmesi maalesef çoğu kesim tarafından tam bilinmemekte, yanlış anlaşılmaktadır. Bazı kişiler tarafından da kendi bakış açıları doğrultusunda sözleşmenin iptali için olumsuz yorumlar yapılmakta, sözleşme maddeleriyle alakası olmayan çarpıtıcı demeçler verilmektedir.
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddetin önlenmesini konu alan bununla mücadele için hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk Uluslararası belgedir. 46 Avrupa ülkesinin bulunduğu Avrupa Konseyinin ortaklaşa düzenlediği bir sözleşmedir. Avrupa Birliği ile bir alakası yoktur. Avrupa Konseyi ülkeleri arasında ilk Türkiye onayladığı ve İstanbul’da imzalandığı için adı “İstanbul Sözleşmesi” olarak geçer.
İstanbul Sözleşmesi’ni daha iyi anlamak ve kavrayabilmek için hangi süreçlerden ve evrelerden geçildiğini, neden böyle bir sözleşmeye ihtiyaç duyulduğunu öncelikle bilmemiz gerekiyor.
Birleşmiş Milletler 1979 yılında, daha sonra 170 ülkenin de dahil olduğu 9 temel insan hakları maddelerinin bulunduğu, kadına karşı her türlü ayırımcılığı ortadan kaldırmayı hedefleyen “CEDAW Sözleşmesini” oluşturdu.
Uluslararası kadın hakları yasası olarak kabul edilen CEDAW Sözleşmesi; sözleşmeyi imzalayan ülkelerde, kadın haklarını güvence altına alınmasını isteyen, kadın erkek eşitliğini hedefleyen, kadının toplum içerisindeki durumlarını iyileştiren, iş-eğitim-sosyal ve siyasi olarak güçlenmesini sağlayan en büyük araç olarak bilinip sözleşme kapsamında çalışmalara başlandı.
CEDAW SÖZLEŞMESİ
Daha sonra tüm dünyada kadına şiddetin, tecavüzlerin, çocuk istismarının ve cinayetlerinin artmasıyla özellikle Avrupa’da bu olayların artmasıyla, bu sözleşmenin, kadına şiddet konusunda eksik olduğu gözlemlendi.
Bunun üzerine Avrupa Konseyi bu sorunlardan dolayı yeniden çalışmaya başladı. 47 Ülkeden oluşan Avrupa konseyi ( ki çoğu kişi bunu Avrupa Birliği ile karıştırmaktadır. İkisi tamamen farklı kuruluştur. ) 2000 yılından itibaren kampanya başlatarak 8 kişilik bağımsız bir ekip kuruldu. Bu ekip içinde Türkiye’den Prof. Dr. Fetide Acar da yer aldı. 2000 -2008 yılları arasında var olan uygulamalara bakıldı, tüm ülkelerin mevzuatları incelenerek tespitler yapıldı ve CODAW Sözleşmesi’nde eksik olan kadına şiddet konusu ele alındı. Sonuç olarak bütün dünyaya örnek olacak, hukuki bağlayıcı olan, kadına şiddetle ilgili 2008 yılında yeni bir sözleşmeye ihtiyaç duyulduğuna karar verildi.
Bu arada Avrupa Konseyi yaptığı araştırmalarda, Türkiye’nin Kadınları koruma anlamında yetersiz olduğunu, kadın haklarının ihlal edildiğini, devletin kadınları koruyamadığına kanaat getirince 2009 yılında tarihe “Opuz Kararı” olarak geçen Nahide Opuz davasındaki kararda, kadına yönelik aile içi şiddet nedeniyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince Türkiye aleyhine olumsuz karar verildi.
Nahide Opuz ve annesi yıllardır, eşinin şiddetine maruz kalmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’nin şiddet gören bir kadını, defalarca savcılığa başvurduğu halde, kocasından koruyamadığına hükmetmiş ve Türkiye’yi tazminata mahkûm etmiştir.
Bu karardan sonra, Avrupa konseyi 2009-2011 yılları arasında kadına yönelik şiddet ile ilgili çalışmalar gerçekleştirdi. Bu çalışmalara Türkiye Cumhuriyeti adına Prof.Dr Feride Acar görevlendirildi. Kendisi yeni hazırlanan Avrupa Konseyi Sözleşmesini inceledi ve düzenledi.
Sözleşme, CEDAW prensipleri üzerinden hazırlandı ve Türkiye bu süreçte hep ön safhalarda yer aldı. Sözleşme ilk defa Türkiye tarafından onaylandı ve hepimizin bildiği gibi İstanbul’da imzalandığı için adı “İstanbul Sözleşmesi” oldu.
Sonuç olarak,
Sözleşmeye ilişkin, aile birliğimizi bozması, örf ve adetlerimizi yıkması, boşanmaların önünü açması gibi dayanağı olmayan söylemlerle farklı algı yaratmak isteyenlerin yeterince bilgi sahibi olmadıklarını düşünüyorum.
Biz kadınların 1934 yılında elde ettiği seçme ve seçilme hakkımızdan sonra tarihteki en büyük kazanımımız olan kadın haklarımızı temsil eden İstanbul Sözleşmesi’ni baltalamaya çalışıyorlar.
Bu zamana kadar zorluklarla kazanılan haklarımız, geçmişte büyük bir erdemle nasıl onaylandı ise şimdi tüm yetkililerimizin de aynı kararlılık ve hassasiyetle “KADINA ŞİDDETE DUR DE!” mek için sözleşmenin yürürlüğe girmesini sağlamalarını temenni ediyorum.
Ayrıca kadına şiddetin durması için kadının her alanda güçlü olması gerekir. Ekonomide kadının yeri yüzde 30’lardadır. Siyasette mecliste bile kadınlar olarak çok az sayıdayız. Kadınların okuma yazma oranı çok düşük olmakla birlikte 18 yaş altı evliliklerde çocuk gelinlerin oranı ise yüzde 28’lerdedir.
Bu nedenle kurduğumuz KADIN ve GÜÇ DERNEĞİ nin amacı, kadınların ekonomik, sosyal ve siyasi olarak güçlenmesine katkı sağlamaktır. Eğitim çalışmalarımızla, aktivitelerimizle kadını güçlendiriyoruz ve kadına şiddete karşı ses olmaya çalışıyoruz. Programlarımızla ve çıkarmış olduğumuz “Kadın ve Güç Dergisi” ile yurt içi ve yurt dışında farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Sonuç olarak kadının güçlü olması için toplum olarak duyarlı ve bilinçli olmamız gerekiyor. Çünkü kadın güçlü olursa; toplum güçlü olur ve dünya güzelleşir.
CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİNE SON!
KADINA ŞİDDETE HAYIR!
KADIN VARSA GÜÇ VAR!
Fatma DUMAN
KADGÜÇDER ( Kadın ve Güç Derneği Kurucu Başkan)